İspanyol ressam Salvador Dali ve İspanyol yazar ve yönetmen Luis Buñuel'in gördükleri bazı rüyaları birbirlerine anlatmaları sonucu ortaya çıkan Un Chien Andalou (An Andalusian Dog) - Bir Endülüs Köpeği, deneysel sinemanın ilk örneği kabul edilmektedir.Herhangi bir konusu olmayan film, isimsiz bir erkek ve bir kadından oluşur. Filmdeki zaman kronolojisi tutarsızdır. Örnek olarak 'bir zamanlar'dan 'sekiz yıl sonra'ya konu ilgisiz olarak değişir. Final sahnesinde kumlara gömülü, ölmüş ve sinekler üşüşmüş sahnesi, bütçe azlığı nedeniyle tam çekilememiştir. Bu ise Buñuel'in orijinal el yazısı metinlerinden anlaşılmaktadır.

Bir parlamento üyesi olan Dr. Fleming, oğlunun nişanlısı Anna'ya tutkulu bir şekilde aşık olur. Dr. Fleming tamamen takıntılı bir şekilde, hayatının geri kalanını her şeyden vazgeçmeye razı olarak Anna ile geçirmek istemektedir. Fakat Anna onun bunu yapmasına izin vermez ve oğluyla evlenmesinin bütün bu olayları örtebileceğini düşünür. Ancak işler düşündükleri kadar kolay ilerlemez. Sonunda ilişkileri ortaya çıktığında, ikisi de bu büyük yıkımla başa çıkmak zorunda kalacaktır.

Nîmes şehri yakınlarındaki kırsal bölgede, bir hendeğin içinde donarak ölmüş Mona adında genç bir kızın cesedi bulunur. Çeşitli "tanıklar" kızla daha önceki ilişkilerini anlatmaya başlarlar. Mona'nın bir yerden diğerine gezen, yaşayabildiği yerde, kim onu kabul ederse onunla yaşayan, mesafeli, bağımsız ve pek de sempatik olmayan bir kız olduğunu söylerler. Kızın tanıştığı kişilerde bıraktığı bilgi parçacıklarından, orta sınıf bir ailenin çocuğu olduğunu, sekreterlik eğitimi gördüğünü, bir ofiste çalıştığını ama bundan nefret ettiğini, sonunda yollara çıktığını, eşyalarını ve çadırını sırt çantasında taşıdığını, yiyecek ve kalacak yer dilendiğini, ve bazen biraz para kazanmak için çalıştığını öğreniriz.Agnès Varda'nın yine dokuz yıllık bir aradan sonra çektiği bu karanlık ve rahatsız edici film, onun en iyi yapıtlarından birisidir. Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan ödülü alan Sans Toit Ni Loi (Vagabond) - Yersiz Yurtsuz, toplam 8 ödül kazandı.

Film, Paris'in ünlü gangsterlerinden Max'in hayatını anlatıyor. Jacques Becker'in yönettiği Touchez Pas au Grisbi (Hands Off the Loot), tarihin en iyi gangster filmleri arasında gösterilmektedir.

François adında 10 yaşındaki yaramaz bir çocuk, annesi tarafından terk edilmiştir. Çocukları olmayan bir aile tarafından evlat edinilen François, yaramazlıklarına burada da devam edince başka bir ailenin yanına gönderilir. Yaramaz çocuk bu kez yaşlı bir çiftin yanında vakit geçirmek zorundadır...Maurice Pialat'ın yönettiği L'enfance Nue (Naked Childhood), Venedik Film Festivali'nde Altın Aslan adayıydı.

Paolo Sorrentino'nun yazıp yönettiği film, son 50 yılın en önemli İtalyan siyasetçilerinden Giulio Andreotti'nin yolsuzluk dolu meslek yaşamını ele alırken, aynı zamanda İtalya'daki siyasi ortamın keskin ve sıra dışı bir portresini çiziyor.Cannes Film Festivali'nden 2 ödül birden kazanan Il Divo - La Spettacolare Vita Di Giulio Andreotti, toplam 30 ödül kazanmış bir yapım.

Therese, Paris'te bir kafe işletmektedir. Savaşta kaybolduğu sanılan kocası 16 yıl önce kayıplara karışmıştır. Zamanla Therese'in acıları kaybolmuş gibi olsa da hala yalnız yaşamaktadır. Bir gün berduşun biri, zamanın modası olan bir şarkıyı mırıldanarak kafenin önünden geçer. Therese, berduşun kocası olduğundan emindir. Onu evine kadar takip eder ve nehrin kıyısında bulunan ufak bir kulübede yaşayan bu adamı sorgulamaya başlar. Adamda amnezi (unutkanlık) hastalığı olduğunu, geçmişi tam olarak hatırlayamadığını öğrenir. Therese, adamın uyuyan hafızasını ve mazideki aşklarını yeniden canlandırmak isteyecektir.Henri Colpi'nin yönettiği Une Aussi Longue Absence (The Long Absence), Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanmıştı.

İki farklı şehirde (Fransa ve Polonya'da), paralel iki kızın doğumundan beri 20 sene geçmiştir. Ortak hiçbir şeyleri yoktur, ne bir baba, ne bir anne ne de büyükanne veya büyükbaba, aileleri de hiç tanışmamıştır. Ancak birbirlerinin aynısıdırlar: ikisi de solaktır, çıplak ayakla yürümeyi sever ve altın yüzükleri göz kapaklarına değer. En önemlisi ise ikisinin de muhteşem, eşsiz sesleri, gelişmiş müzikal algıları ve tespit etmesi zor kalp gelişim bozuklukları vardır. Biri, farkında olmadan diğerinin deneyim ve bilgeliğinden faydalanır. Ayrıca ne zaman biri kendini bir şeyle yaralarsa, diğeri yaralayan objeyle temastan kaçınır. Bu basit ve duygusal bir aşk hikayesidir. Diğerinin vücudunda ve ruhunda devam etmesi için bir varlığın sona ermesinin hikayesidir.Krzysztof Kieslowski'nin yazıp yönettiği La Double Vie De Véronique (The Double Life of Veronique) - Veronique'nin İkili Yaşamı, Cannes Film Festivali'nde 2 ödül birden kazanmıştı. Filmin toplam 10 ödülü bulunuyor.

Yönetmen Ari Folman, bir arkadaşıyla oturmuş sohbet etmektedir. Arkadaşı, Ari'ye durmadan gördüğü bir kabustan bahseder. Kabusunda, 26 tane vahşi köpekten kaçmaktadır. Bu kabusun, iki adamın da Lübnan Savaşı'nda yaşadıklarıyla ilgisi olduğunun farkına varırlar. Ancak Ari, hayatının o dönemiyle ilgili yaşadıklarını hatırlamadığını fark eder. Bunun üzerine, dünyanın dört bir yanındaki dostlarını ve asker arkadaşlarını bulup savaşta yaşananlar hakkında konuşmaya karar verir. Ari bu gizemi deştikçe, hafızası gerçeküstü resimlerle uyanmaya başlayacaktır.Ari Folman'ın yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı Vals Im Bashir (Waltz with Bashir) - Beşir'le Vals, toplam 45 ödül kazanmış muhteşem bir yapım.

Birbiriyle alakasız iki karakterin hikayesinin paralel olarak anlatıldığı Rois et Reine (Kings and Queen) - Krallar Ve Kraliçe, 30'lu yaşlarının sonunda olan Nora'nın hayatını ve kişiliğini şekillendiren beş erkekle olan ilişkisi üzerinden aile, eş ve aşk gibi konulara değiniliyor.Arnaud Desplechin'in yönettiği film, toplam 9 ödül kazandı.

Celine, bir bakan kızı olmasına rağmen aşırı şekilde Hz. İsa'ya düşkündür. Celine'in Hristiyan değerlerine düşkünlüğü öyle şiddetlidir ki, bu takıntısı manastırdan atılmasına sebep olur. Ancak asıl sorun, Yasin adında iyi niyetli Müslüman bir Arap genç ve onun aşırı dinci kardeşi Nasır ile tanıştığında ortaya çıkacaktır.Bruno Dumont'un yazıp yönettiği Hadewijch, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali'nde yapmıştı.

Bayram izniyle İmralı Yarı Açık Cezaevi’nden memleketlerine giden mahkumların hikayelerinin anlatıldığı filmde dönemin toplumsal sorunları farklı yaşamlarda ele alınıyor. Film, cezaevinden çıkan Seyit Ali, Mehmet Salih, Mevlüt, Ömer ve Yusuf adlı 5 karakterin hayatlarından kesitler sunmaktadır. Memleketlerine giden mahkumlardan Seyit Ali, Konya’ya gider. Ailesinin yanına vardığında karısı Zine’nin geneleve düştüğünü ve karısının ailesinin, çocuğunu da alıp köyüne götürdüklerini öğrenir Bunun üzerine Seyit Ali, köye doğru yol alır. Aslında karısını çok sevmektedir, ancak töre baskısı aklını kin ve nefretle doldurmuştur.Mehmet Salih Diyarbakır’a karısının ve çocuklarının yanına gider. Fakat kayın validesi ve kayın pederi oğullarının ölümünden onu sorumlu tutmaktadırlar. Mehmet Salih olan biteni tüm gerçekliğiyle anlatmak, karısını ve çocuklarını görmek üzere kayınpederinin karşısına dikilir. Mevlüt Gaziantep’e nişanlısı Meral’i görmeye gider ancak Meral’in babası evlenmeden vakit geçirmelerine müsaade etmez. Yalnız kalmak istediklerinde de peşlerine aileden birileri takılmaktadır. Bu durum Mevlüt’ü oldukça rahatsız eder.Ömer, Urfa’ya ailesinin yanına döner. Sınırda kaçakçılık yapan kardeşinin zor durumda olduğunu öğrenir. Çatışmalar ve baskınlar giderek artmaktadır. Köy halkı da bu çatışmaların tam ortasındadır. Bunun yanı sıra Ömer, köye vardığında Gülbahar adında bir kızı görür ve ondan çok etkilenir. Karısını görmek için cezaevinden memleketine giden Yusuf, izin belgesini kaybeder ve olağanüstü hal bölgesinde otobüste yapılan bir arama sonucu askerlerce alıkonulur. Onun için umulmadık izin günleri başlamıştır.Yılmaz Güney’in cezaevinde bulunduğu dönemde senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören tarafından yönetilen “Yol” filmi daha önce “Bayram” adıyla Erden Kıral tarafından çekilmek istenmiştir. Bu fikre başlangıçta sıcak bakan Yılmaz Güney daha sonra, filmi Erden Kıral’dan alarak Şerif Gören’e vermiştir. Filmin çekilen görüntüleri yurtdışına kaçırılmış ve orada kurgulanmıştır. Cannes’da Altın Palmiye ödülünü alan ilk Türk filmi olan “Yol”, ülkemizde uzun yıllar yasaklanmış ve 18 yıl aradan sonra gösterime girmiştir.Bir film düşünün, yönetmeninden çok senaristiyle anılsın. Bir film düşünün, senaristin zihninde hayat bulan hikâyesi, kendisi hapiste olduğu için tamamen onun istekleri ve direktifleri doğrultusunda çekilsin. Bir film düşünün, ülkesindeki karanlığı tüm çıplaklığıyla yansıttığı için 17 yıl yasaklı kalsın. Cannes’da Altın Palmiye ödülünü alan ilk Türk filmi olan “Yol”, ülkemizde uzun yıllar yasaklanmış ve 18 yıl aradan sonra gösterime girebilmiştir. Sinemamızda 60’lı yıllarda görmeye başladığımız toplumsal gerçekçi filmlerin 80’li yıllardaki nadide örneklerinden biri olan filmin başarısının sırrı, Yılmaz Güney ve Şerif Gören’in cesareti, anlatıdaki ustalıkları ve eriştikleri olgunlukta yatıyor.

Film, Amerika'nın bugüne kadar uğradığı en büyük terörist saldırısının yaşandığı 11 Eylül 2001 günü kaçırılan dördüncü uçak olan United Airlines şirketinin 93 sayılı uçağında yer alan yolcuların, mürettebatın ve uçuş kontrolörlerinin yaşadığı korku ve dehşet ortamının hikayesini konu ediniyor.Paul Greengrass'ın yönettiği filmin toplam 29 ödülü bulunuyor.

Kuzey İtalya’nın küçük bir kasabasında bulunan buffalora mezarlığının bekçisi Francesco Dellamorte’nin işi sadece mezarlığı beklemek değildir. Aynı zamanda mezarından kalkan huzursuz ölülerin kellesini uçurmak da görevleri arasındadır. Ölülere ve ölüme karşı duyarsızlaşan Dellamorte için aşkın anlamı ölümden çok farklı olacak, ancak aşk ve ölüm birbirine yakın yürüyecektir.Sezen Aksu'nun Hadi Bakalım adlı şarkısının da filmde kullanıldığı Dellamorte Dellamore (Cemetery Man) - Mezarcı, toplam 8 ödüle sahip tuhaf bir zombi filmi.

Fransa’nın sıradan bir lisesinde, sıradan bir felsefe öğretmeninin sınıfında hiç de sıradan olmayan bir öğrencisi vardır: Mathilde Tessier. Okula ilgisiz, kafası karışık bu öğrenci dünyaya bakış açısındaki farklı saptamalarıyla François Hainaut’un ilgisini çekmekte gecikmez. İlk başlarda derslerine yardım etmek için Mathilde ile ilgilenen François, çevresindekilerinin uyarılarına karşın bu melek yüzlü tutkunun baştan çıkarıcılığına fazla karşı koyamaz. Bir süre sonra kontrolden çıkan ilişkileri tutkulu bir aşka dönüşecektir. İlerleyen zamanlarda yaşadığı vicdan azabıyla birlikte yasak ilişkisi ortaya çıkan öğretmen, eşiyle olan sakin hayatına dönmek ister. Ancak karşısında hiç de beklemediği bir engel bulacaktır. Yönetmen Jean-Claude Brisseau’da alışageldiğimiz bireyin içindeki tutkuları keşfetme güdüsü ve beraberinde getirdikleri bu filminde de ana tema olarak sunulmaktadır. İlk filmiyle gerçekten 17 yaşında izlediğimiz Vannessa Paradis, aynı yıl César ödüllerinde 'Gelecek Vaadeden Aktris' seçilmiştir.

Leon, hemşirelik yapan Anna'yı gündüz hastanede, gece ise evinin penceresinden dikizlemektedir. Bir gece, Anna'nın evinin penceresinden içeri girer ve sabaha kadar Anna'nın yatağında oturur. Alışkanlık, çok geçmeden saplantıya dönüşecek ve Leon, Anna'nın hayatına müdahale etmeye başlayacaktır.Jerzy Skolimowski'nin 17 yıl aradan sonra çektiği film Cztery Noce z Anna (Four Nights with Anna) - Anna ile Dört Gece, Polonya'nın ufak bir taşra kasabasında yaşayan ve bir hastanenin krematoryumunda çalışan eski mahkum Leon'un "röntgencilik" tutkusunu konu ediniyor. Filmin toplam 6 ödülü bulunuyor.

İtalyan sinemasının yaşayan önemli yönetmenlerinden Taviani Kardeşler'in Luigi Pirandello'nun beş hikayesini sinemaya uyarlamasından oluşan Kaos (Chaos), 19. yüzyıldaki Sicilya'yı anlatıyor.1 - Diğer Oğul: Oğulları Amerika'ya gitmiş bir kadın özlemle oğullarından haber bekler. Kendisiyle aynı topraklarda yaşayan diğer bir oğluna ise geçmişte yaşanan kötü bir anıdan dolayı bir türlü ısınamaz.2 - Ay Çarpması: Bebekken dolunaya maruz kalıp bundan etkilenen bir kişi, her dolunayda kendini kaybetmektedir.3 - Küp: Bir toprak ağası, zeytinleri için büyük bir küp yaptırır ancak bu küpün başına kötü şeyler gelir.4 - Ağıt: Bir köy halkı, kendi mezarlıklarına sahip olmak için mücadele verir.5 - Annemle Sohbet: Saygın bir işe sahip, Roma'da yaşayan oğul, çocukluğunu geçirdiği kasabaya döner annesinin çağrısı üzerine. Sohbetlerinde annesi çocukluğundaki bir hikâyeyi anlatır.

Bir yaz günü baba, sevgilisi ve annesinin ölümünden sonra yalnızlaşan kızı ile birlikte hafta sonu tatili için şehir kıyısına yolculuğa çıkarlar. Uzaktan bakınca mutlu bir aile tablosu vardır. Ancak gerçekler her zamanki gibi oldukça farklıdır. Hayat, bu üç insanı bambaşka kaderlerin içerisine hapsedecektir.Sharunas Bartas´ın yazdığı, yönettiği ve başrolünde yer aldığı Peace to Us in Our Dreams - Bize Rüyalarımızda Huzur Ver, Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali'nde yapmıştı. Filmin toplam 5 ödülü bulunuyor.

Son Papa ölünce, kardinaller meclisi Roma'da toplanır ve oylama sonucu yeni Papa'yı seçerler. Fakat Papa, kendini görevine hazır hissetmemektedir ve seçim sonucunu halka açıklaması gereken seremoniyi gerçekleştirmeden kaçar...Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye adayı olan, yeni atanan Papa ve terapisti arasındaki ilişkiye odaklanan Habemus Papam (We Have a Pope) - Bir Papamız Var, toplam 19 ödül kazandı.

Babasının makinist olarak çalıştığı büyük bir firmada stajyer olarak işe başlayan Franck, bir süre sonra yeni planlamaların yapıldığı projede aktif olarak görev alır. İşverenlerin kendi topladığı verileri aldatıcı biçimde kullandığını fark eden Franck, bir grup çalışanın işten atılacağını öğrenir. Bu kişilerden biri de babasıdır.Laurent Cantet'in yazıp yönettiği Ressources Humaines (Human Resources) - İnsan Kaynakları, toplam 19 ödül sahibi bir yapım.

Bir köylü kızı Paris'te koro kızı olarak çalışmaya başlar ve sonra iyi görünümlü bir sütçü ile gerçek aşkı bulur.

Annette, kızı için bir nişan partisi vermektedir. Annette'in vefat etmiş kocasının hayaleti partiyi izlemeye gelir. Bir süre sonra Annette'in vefat etmiş olan diğer iki sevgilisi de partiyi izlemeye gelir. Üç hayalet, Annette ile olan ilişkilerinin hayatlarını nasıl mahvettiğini tartışmaya başlar...Max Ophüls'un yönettiği La Tendre Ennemie (The Tender Enemy), kıyıda köşede kalmış fazla bilinmeyen yapıtlardan biri.

Max Ophüls'ün yönettiği bu biyografik film, Avrupalı birçok önemli erkeğin sevgilisi olduktan sonra, bir sirkte dans etmeye başlayan Lola Montes'in trajik hikayesini konu ediniyor.

Max Ophüls'ün usta rejisi ve Arthur Schnitzler'in harika oyun metniyle beyaz perdeye aktarılan iç içe geçmiş aşk hikayeleri çemberidir. Zira film, adını mevcut döngüyü sembolize eden atlıkarınca üzerinden anlatır. Her çiftin hikayesi, eşlerden birinin bir sonraki çiftin öznesi olarak ilerler.